7 Mart 2022

Erdoğan’ın Cumhur İttifakı Çıkmazı

Erdoğan’ın Cumhur İttifakı Çıkmazı

HATEM ETE

Cumhur İttifakı Türkiye’nin olağanüstü bir döneminde bireysel ihtiyaçlarını ülkenin siyasal iklimiyle örtüştürme imkânı bulan iki lider arasında kuruldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012’den beri kendisini ve iktidarını hedef alan operasyonlar sonucunda ciddi bir “güvenlik” kaygısı taşıyordu. Özellikle FETÖ kaynaklı operasyonların dozu yükseldikçe bu kaygı idari ve siyasi kararlarında daha belirleyici hale geliyor, güç konsolidasyonuna yönelik arayışlarını besliyordu. Cumhurbaşkanlığı makamının anayasal yetki çerçevesini yetersiz bularak AK Parti ve ülke idaresinde ihtiyaç duyduğu güce fiili olarak erişse de bu gücü ve etkiyi başkanlık sistemi üzerinden anayasal bir statüye kavuşturamıyordu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 1 Kasım seçimlerinden sonra il başkanlarının çoğunun desteğini alan parti-içi muhalefetin genel kurultay baskısı altında genel başkanlık koltuğunu kaybetme riskiyle boğuşuyordu. Meral Akşener etrafında birleşen parti-içi muhalefet yoğun bir gerilim ve çatışmanın sonunda 15 Temmuz darbe teşebbüsünden 1 ay önce, 19 Haziran 2016’da olağanüstü tüzük kurultayı gerçekleştirmiş, MHP kurultayın iptali için yargıya başvurmuştu. Yargı genel merkeze karşı muhalifleri haklı bulsa, MHP kurultaya gidecek ve Bahçeli -kuvvetle muhtemel- genel başkanlığı kaybedecekti.

15 Temmuz darbe teşebbüsü, siyasal gündemi ve iklimi radikal bir şekilde değiştirerek, her iki lidere de farklı bir siyasal bağlam üzerinden hedeflerine ulaşabilecekleri elverişli bir siyasal zemin üretti.

FETÖ ile mücadelenin yegane siyasi hedefe dönüştüğü bir ortamda; 2009 yerel seçimlerinden beri bütün siyasal süreçlerde Erdoğan’a karşı muhalefetle birlikte hareket eden, bu çerçevede, 2010 referandumunda CHP ile birlikte Hayır blokunda yer alan, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı CHP ile birlikte çatı aday formülünü hayata geçiren, 2011 seçimleri sırasında doğrudan partisini hedef alan FETÖ’nün iddialarını 17/25 Aralık 2013’ten itibaren siyasi söylemlerinin merkezine yerleştirmekte beis görmeyen Bahçeli, radikal bir kararla, FETÖ tehdidine karşı Erdoğan’a destek vermeye başladı.

15 Temmuz sonrasında FETÖ tasfiyesine odaklanmış siyasi gündem, Bahçeli’ye Erdoğan’a destek karşılığında liderliğini koruma ve toplumsal desteğinin üzerinde bir nüfuz kullanma imkanı sağladı. Bahçeli’nin Erdoğan karşıtlığına dayanak kıldığı çözüm sürecinin bir yıl önce Temmuz 2015’te bitirilmiş olması da Erdoğan’a desteğini kolaylaştırdı. Bu iki dinamik, Bahçeli’ye Erdoğan’a desteğini, devleti (ve iktidarı) FETÖ ve PKK tehdidine karşı korumayı amaçlayan partiler-üstü sorumlu bir hamle olarak yansıtma imkânı sağladı. Erdoğan da kritik bir dönemde Bahçeli’den aldığı destek üzerinden, iktidarını daha büyük bir siyasi, toplumsal, kurumsal, bürokratik ve sembolik desteğe/meşruiyete dayandırmış oldu.

15 Temmuz darbe teşebbüsünden yaklaşık üç ay sonra, 11 Ekim 2016’da Bahçeli MHP grup toplantısında, Erdoğan’ın uzunca bir süredir gündeminden düşürdüğü başkanlık teklifini kamuoyuna duyurdu. Erdoğan ve Bahçeli’nin yetkilendirdiği küçük bir ekibin kapalı bir süreç sonunda hızlıca hazırladığı sistem değişikliği paketi 16 Nisan 2017 referandumunda yüzde 51,4 gibi küçük bir farkla kabul edildi.

Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi MHP-içi muhalefetin gerçekleştirdiği tüzük kurultayından 1 yıl; Bahçeli’nin önerisi, katılımı ve desteğiyle hazırlanan 16 Nisan 2017’deki başkanlık sistemine geçiş referandumundan 2 ay sonra, 21 Haziran 2017’de, olağanüstü kurultayı iptal ederek Bahçeli’nin genel başkanlığını garantiye aldı.

Böylece, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün üzerinden bir yıl geçmeden, Erdoğan ve Bahçeli, kurdukları ittifak üzerinden hedeflerine ulaşırken Türkiye’yi de yeni bir siyasi eksene oturttular. Bu ittifakla Türkiye siyasetinde yeni bir dönem başladı. Siyasal öncelikleri, söylemi, politikaları, kurumları ve kadroları ile yeni bir dönem.

İttifakı Mahkumiyete Dönüştüren Yanlış Tercihler

Bahçeli’nin 11 Ekim 2016’daki başkanlık önerisiyle fiilen, 20 Şubat 2018’de de resmen kurulan Cumhur İttifakı Türkiye’yi daha ileriye taşıma hedefiyle değil, Türkiye’yi krizden çıkarma misyonuyla kuruldu. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün görünür kıldığı zaafları ve krizi giderme, yaraları sarma duygusundan beslendi. Kuruluş gerekçesi ve üstlendiği misyon dolayısıyla sürekli ve kalıcı olamayacak, konjonktürel ve süreli olması gereken bir ittifaktı. Ancak, birçok yanlış tercih ve karar neticesinde, 15 Temmuz sonrası siyasal psikolojiye yaslanılarak, geçici bir süreliğine müracaat edilebilecek bir ittifak sürekli hale getirilerek kalıcılaştırıldı ve kurumsallaştırıldı.

Bunu sağlayan en kritik tercih, başkanlık sistemine geçiş oldu. 15 Temmuz’un ürettiği beka sendromu baz alınarak kurgulanan başkanlık sisteminde denge-denetleme mekanizmaları, kurumsal teamüller ve siyasi müzakere süreçleri ayak bağı görülerek bütün yetkiler Cumhurbaşkanında toplandı. Aşağıda detaylandıracağımız üzere alelacele kotarılan bu kurgu birçok alanda ciddi maliyetler üretti, ancak Başkanlık sisteminin siyaset üzerindeki esas etkisi, Cumhurbaşkanlığını yüzde 50+1 desteğe endeksleyerek siyasi partileri ittifak kurmaya zorlaması oldu.

İkinci kritik tercih, seçim arifesinde teknik gerekçelerle kurulabilecek geçici ve süreli bir ittifak yerine siyasetin her alanını belirleyen kalıcı ve kurumsal bir ittifakta karar kılınması oldu. Muhalefetin parçalı olmasından hareketle inşa edilen Cumhur İttifakı beklenenden hızlı şekilde hemen karşıtını üretti. Başkanlık sistemi ve Cumhur İttifakı Millet İttifakının kuruluş gerekçesine dönüştü. Seküler-ulusalcı, dindar-muhafazakar, Türk-Kürt milliyetçisi partilerin Erdoğan karşıtlığı üzerinden Millet İttifakını kurması ve güçlenmesi Erdoğan’ı Bahçeli’nin desteğine mahkûm ederek Cumhur İttifakının sürdürülmesini zorunlu kıldı. Böylece, Bahçeli başkanlık hediyesi karşılığında Erdoğan’ın hareket alanını daraltarak kendisine mahkûm etti ve sistemin işleyişini ve geleceğini Cumhur İttifakının varlığına/devamına endeksledi.

Başkanlık sistemi ve Cumhur İttifakının seçimlerle sınırlandırılmayıp kalıcı bir siyasi ittifak olarak işletilmesinin yanısıra yapılan üçüncü kritik tercih, iktidarın ve ittifakın beka söylemi ve güvenlikçi siyasetin süreklileştirilmesine bel bağlaması oldu. İttifakın resmi söylemi olarak benimsenen beka söylemi ve çözüm olarak müracaat edilen güvenlikçi siyaset süreli bir tehdidi bertaraf etmek üzere müracaat edilebilecek geçici enstrümanlardı. Spesifik bir tehdit durumunu esas aldığı için geçici, tehdidi gidermeye odaklandığı için de reaktifti. Beka söylemi ve güvenlik siyasetine dayanarak düzen sağlanabilir(di) ama yeni bir düzen kurulamaz(dı). Ancak Cumhur İttifakı, kriz ve olağanüstü durum psikolojisini süreklileştirerek, “düzen sağlamak” için elverişli görülebilecek enstrümanlarla “düzen kurma”ya yöneldi. İstisnai enstrümanların norma dönüştürülmesi neticesinde bölücülük, ihanet, terör, operasyon, dış mihrak gibi tanımlamalar iktidar terminolojisinin en gözde sözcükleri oldu. Bütün alternatif siyasi yapılar bu terminolojiye referansla -çoğunlukla- zorlama ithamlar üzerinden PKK ve FETÖ parantezine sokulmaya çalışıldı. Liyakatsizlik, beceriksizlik ve yanlış kararlar “operasyon” ve “dış mihrak” söylemiyle aklandı. Siyaset kriminalize edilirken hukuk güvenliğin aparatına dönüştürüldü. Demokrasi, reform, kalkınma söyleminin yerini terörle mücadele ve sınır-ötesi operasyonlar aldı. Kısacası, sahici bir krizi gidermek üzere kurulan iktidar yapısı kriz bağımlısı haline geldi.

Olağanüstü bir dönemde tedavüle sokulan istisnai enstrümanların iktidar normuna dönüşmesi, Erdoğan’a kısa süreli ve kısmi bir avantaj sağlasa da zaman geçtikçe çözülmesi zor denklemler, telafisi zor maliyetler üretti.  

Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.

MAKALE
About HATEM ETE
SWITCH THE LANGUAGE


WHO WE ARE

The Ankara Institute is located in Ankara, Turkey. Our teams include academics, former members of the parliament, senior advisers to the Turkish prime ministers and ministers, analysts from prominent think-tanks, NGO directors, and media professionals with many years of experience. We do have extensive experience of working and partnering with leading global think-tanks, NGOs, international organizations, and governmental institutions.