Siyaset Dondu mu?
George Orwell “Balinanın Karnında” başlıklı denemesinde, kutsal kitaplarda ve mitolojik anlatılarda darlık-bolluk, sıkıntı-ferahlık diyalektiğini açıklamak ve “umut aşılamak” üzere anlatılan Yunus kıssasını, özündeki umudu ortadan kaldırarak, sıkıntının sürekliliğini vurgulamak üzere yeniden kurgular. Mitolojik anlatıda yeniden diriliş için katlanılması gereken geçici-süreli bir sıkıntıyı vurgulamak üzere kurgulanan “balinanın karnı” metaforu, Orwell’da “sürekli ve bitimsiz karanlık” duygusunu pekiştirmek üzere yer alır.
Hayat ve onun kurucu unsurlarından bir olarak siyaset, mitolojik anlatılardaki diyalektiğe uygun işler. Toplumu ve siyasetçiyi harekete geçiren duygu sıkıntının geçici olduğu, mücadele neticesinde sıkıntının yerini ferahlığa bırakacağı umududur. Buna karşın, hayat (ve siyaset) umudun kaybolduğu, ufkun görünmediği anları da içerir. Türkiye’deki mevcut siyasi durum, pek çok insanı, “mutlu son” vaat eden mitolojik anlatılardan uzaklaştırıp Orwell’ın yeniden kurguladığı karamsar anlatıya inandırmış durumda.
Balinanın Karnında
Bu duyguyu besleyen birçok gösterge sıralanabilir; burada özellikle üç tanesi üzerinde durabiliriz.
İlk olarak, iktidar da muhalefet de hem ülkenin hem de kendilerinin gidişatından memnun olmadıkları halde tatmin edici bir çıkış yolu bulmakta zorlanıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, her ay birkaç başlık üzerinden gündem oluşturmanın yanısıra, Kasım 2020’de daha uzun vadeli bir gündem olarak reform söylemine yöneldi, ancak siyasi bir imkana dönüşeceğini umduğu reform gündemi -ittifak bileşenlerinin itirazı dolayısıyla- mevcut konforunu da riske sokabilecek sonuçlar üretti. Aynı çıkış gereğinin yeni enstrümanı olarak tedavüle sokulan yeni Anayasa çağrısı da benzer bir akıbete uğrayacak gibi görünüyor. İktidar toplumu ve ülkeyi rahatlatacak adımlar atamadığı gibi, -bunun doğal sonucu olarak- iktidarını sürdürmesini sağlayacak yeni enstrümanlar da geliştiremiyor.
Muhalefet, ittifak yapısını ve bütünlüğünü korumaktan kimlik siyasetini besleyecek tuzak gündemlerden uzak durmaya kadar, beklenti çıtasını zorlayan birçok adım atmasına karşın iktidarın siyaset kurgusunu aşamadığı gibi oylarını artırmakta da güçlük çekiyor. Nadir yaratıcı hamleler dışında ya iktidara malzeme sağlıyor ya da iktidarın çizdiği çemberin içinde siyaset yapmak durumunda kalıyor.
Kısacası, iktidar da muhalefet de mevcut gidişattan memnun olmadıkları halde gidişatı değiştirecek “çıkış” yolları bulmakta zorlanıyorlar. Siyaset mevcut statükoyu tahkim etmenin ötesine geçemiyor.
İkinci olarak, uzunca bir süredir, siyaset(çiler)in mesaisini, toplumun gündelik/sahici sorun başlıklarından çok kimlik siyasetini beslemeye yönelik polemikler veya ittifak dinamikleriyle ilgili kurgusal başlıklar oluşturuyor. Son bir yıldır, gündelik hayatın her bir unsurunu doğrudan etkileyen koronavirüs, siyasetin ve medyanın mesaisini ittifak haritasını etkilemeye yönelik elitler arası kısır-magazinel polemikler kadar meşgul etmiyor. Bütün dünyada iktidarları ve muhalefetleri dönüştüren/değiştiren korona süreci Türkiye’yi adeta teğet geçmiş görünüyor. Koronavirüs sürecinde eğitim, sağlık veya ekonomik faaliyetler üzerine ciddiye alınır bir gündem ve/ya tartışma yaşanmadı. İktidar, örneğin, aşı tedarikinde yaşanan aksaklık ve beceriksizlikler ile ilgili kamuoyuna ikna edici bir açıklama yapmadığı gibi muhalefet ve medya da iktidarı cevap vermeye zorla(ya)mıyor.
Kısacası, siyaset ve medya, sağlıktan ekonomiye bütün sektörleri ilgilendiren bu varoluşsal meseleye siyasi partiler arasında hareketlenen görüşme trafiği kadar önem vermiyor. Örnekler çoğaltılabilir, ancak sadece bu dramatik konu bile, Türkiye’de iktidarıyla ve muhalefetiyle siyasetin, toplumun gündeminden kopuk, siyasetçilerin kendi aralarında oynadıkları kapalı bir oyuna dönüştüğünü göstermek için yeterli.
Üçüncüsü, -yukarıdaki iki göstergenin doğal sonucu olarak- seçmen hareketliliği minimuma inmiş durumda. Türkiye’de son birkaç yıldır, seçmenin oy verme tercihi üzerinde etkili olması beklenen radikal pek çok siyasi ve ekonomik gelişme yaşanmasına rağmen, seçmenin siyasi parti eğilimlerinde anlamlı bir değişime rastlanmıyor. İktidar, seçmenin oy verme davranışını etkilemesi beklenen göstergelerin hiçbirinde başarı sağlayamadığı gibi gün geçtikçe daha geriye gidiyor; GSYİH’dan kişi başı gelire, enflasyondan işsizliğe ekonomik göstergelerin tamamı son beş yıla göre kötüleştiği gibi iyileşeceğine dair işaretler de yok. Kamuoyu araştırmaları, toplumun Türkiye’nin genel ve adalet, demokrasi, ekonomi gibi spesifik temalardaki gidişatına yönelik olumlu algısının yüzde 25’lere, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine yönelik desteğinin ise yüzde 30’lara düştüğünü kaydediyor.
Buna rağmen, iktidarın oyları -beklenen düzeyde- düşmediği gibi, muhalefetin oyları da -beklenen düzeyde- artmıyor. Ancak yüzde 5-10 oranında bir seçmen tercihi değişimi gözlemlenebiliyor ki, bu da büyük oranda iktidar ve muhalefet blokları içerisinde gerçekleşiyor. Son üç yıl içerisinde, iktidar ve muhalefet dengesi, yüzde 50 çıtasının altında ve/ya üstünde maksimum 6 puanlık bir sarkaç üzerinde salınıyor. Kamuoyu araştırmalarının yakalayabildiği tek anlamlı değişim, muhalefetin küçük oranlarla da olsa, oy toplamı itibariyle iktidarın önüne geçmiş olmasıdır. Bu değişim de -örneğin koronavirüs gibi- iktidar etrafında dayanışma üreten başlıklarda kolaylıkla tersine dönebiliyor.
Üç gösterge üzerinden sergilemeye çalıştığımız siyasal tıkanıklık başka birçok gösterge üzerinden de çoğaltılabilir. Meselenin özü, Türkiye siyasetinin -iktidarı ve muhalefetiyle- tıkanması, işlevsizleşmesi, toplumsal gündemden kopması ve bunların doğal yansıması olarak seçmen davranışlarında ciddi bir durağanlığın yaşanıyor olmasıdır. Vatandaşın/seçmenin hayatını doğrudan etkileyen birçok gelişmeye karşın siyasetin ve seçmen-siyaset ilişkisinin donmuş bir görüntü sergilemesini ciddi bir anomali olarak görmek gerekir. Bu Türkiye siyasetinin daha önce şahit olmadığı bir anomalidir.